27 Eylül 2020 Pazar

Gidenler bi de hava mı atıyorsunuz? Tuhafsınız

 


Ben İstanbula sığamıyorum nerde kaldı sahil kasabasına sığışmak. 

Gitmesem de oturduğum yerin yakınlarında en az sekiz sinema olmalı. Aynı zamanda galeriler, cafeler, sanat malzemesi satan kırtasiyeler ve kitapçılar yolumun üzerinde olmalı, hafta başları yeni çıkanlara bakmalıyım canlı canlı hissetmeliyim onları.


Bu minvalde Eminönü, Şişli, Bebek koyu kırmızı çizgim sayılabilir. Yaz aylarında deniz havası da lazım ama sabaha kadar insan gürültüsü, şezlong mafyası, "bu suya kaç kişi işemiştir" düşüncesi…


Ayrıca insan kazanımlarından asla vazgeçmemelidir. Netflix de sosyal medyanın zararlarını anlatan belgesel seyrettim evet 16 yaşındaysanız ve süzme salaksanız her şeyin kölesi olabilirsiniz zaten!.

Artısı eskisinden fazla ise takipleşmeye devam.


“Kendimi bulmaya gidiyorum” klişesi emeklilerin “param bitti anca buraya yetiyorum” un zen hali. Oralarda sokaklar o kadar dar ki sevmediğin kişiyi görsen kertenkele olmak istersin. Bkz; Doc. Martin kartpostal olarak adlandırabileceğimiz kasaba da nasıl sinir sahibi oluyorsun. Hazır netflix demişken THALIDOMIDE mağdurları da seyretmenizi tavsiye ederim. Malum aşı bekliyoruz da.


Temizlik hastalığım bir üst seviyeye taşındı, şöyle ki aseton ve kulak pamuğuyla üçlü prizleri temizliyorum. Daha acayibi, bazı aletlerin içini açıp temizliğini yapıp kapatıyorum (bazı havalı küçük ev aletlerinin içini görseniz beş lira vermezsiniz). Buradan bütün cif ailesine, pas sökücülere ve tabi manikür aletlerine katkıları için sonsuz teşekkür ediyorum.


Yemek konusunda cookie tariflerinden sentez yapma aşamasındayım. Çizim, nakış, doll_art işlerimi rutine bağladım zaten.


Gerisi laf ü güzaf.