sana yazamadım çünkü bilgisayarımı nereye tıktığımı bilmiyordum.
Fakat monitörümün yerini biliyordum; gardolabımın içinde
kışlıklarımın koynunda uyuyordu.
Bu da bizi kitaplara, çizimlere ve kesimlere götürüyor.
Honore De Balzac okuyorum seri olarak.
İlk gençlik yıllarımda okumuştum yada izlemiştim.
Belli ki hiç “o kafalarda değilmişim”.
İroni desen onda, gerçekleri şap şap surata sıvamak onda
yaşasaydı kaş göz de onda olacaktı kesin.
Asetonla temizliğin ölü fırçalar üzerindeki etkisini araştırıyorum.
Faz 29 lar dayım.
Çok enteresan, birkaç yıldır tinerin içinde bekleyen vernik fırçamın
kendiliğinden reenkarne olmasını bekliyordum.
Daha da beklerdim de bu aydınlanma çağında (koronalı) kimya bilimine
yöneldim bütün ev hanımları gibi.
Her neyse o fırça bugün iki güçlü temizlik deterjanıyla münasebete girdi.
Ama gene de “ben yumoş değilim” bakışlarını üzerimden çekmemişti.
Son çare yapış yapış yüzeyini asetonla silmek zorunda kaldım.
... Ve sonuç mükemmel.
Kedi fırçasıyla da fırçalanınca ilk günkü havasına kavuştu.
Acaba plastik torbaya koyup vakumlayıp öyle mi saklasam
onu düşünüyorum gara gara.
Netflix de şatolu, hayaletli, duvarları gıpraşmalı sinir bozucu bir dizi seyrettim
en son, sırf kızın oyun evi tasarımını merak ettiğim için.
Bir de karavan evler ilgimi çekti (tiny house nation)
aşırı dar alanları nasıl 4 kişilik ev haline getirdiklerini görünce
üzerime bi gülme geldi gene.