Aşırı uzun boylusuyla mutfakta aramızda şöyle bir diyalog geçti,
“Sizin varlığınıza inanmıyorum, şu anda seninle konuşuyor olmam gerçek olduğunuzu kanıtlamaz. Ne de olsa ben saf bir insanım şu üzerindeki yeşil şey de pekala kostüm olabilir.”
içi pamuk dolu kıyafetine o da merakla baktı ve
“Bana inanmak zorunda değilsin tabi ama şöyle düşün senin varlığını kabul eden ve tanıyan tek halk ta biziz. Dahası seni liderimiz yapmak istiyoruz.”
“Bu şerefi bana bahşetmeniz çok hoş gerçekten ama bu durumu beni tanımamanıza yani ne kadar işleri berbat edebileceğime dair fikriniz olmamanıza bağlıyorum” dedim.
Bu arada yüzünün orta yerinde dört tane burun gibi uzantıların hepsinden birden sümükleri akıyordu, şimdiden ( günde beş kere temizlediğim ) mutfak tezgahımda yeşil yapış yapış bir gölcük oluşturmuştu. Bana yapılan aşırı zırva teklifin etkisiyle ortamızda duran iğrençliği görmezden geliyordum. Kendisinin zaten bu pisliği nimet olarak göreceğinden hiç kuşkum yoktu.
Sihirbazların aşırı hareketleri gibi ustalıkla cebinden kendine benzeyen ama toplam on dört santimetreyi geçmeyen şahsiyeti bana uzattı.
“Bu ne? Kendinin maketini mi bana hediye ediyorsun? Yok yok ben hediye promosyon almıyorum” dediysem de kocaman pembe irinli gözlerini benden hiç ayırmadan sümüklerini damlatması bile senkronize olan şahsı çalışma masama yavaşça bıraktı.
Kırk yıllık çalışma tezgahım masam olağan üstü şeylere tanık etmesine rağmen nutku tutuldu. Normalde her yeri ayrı gıcırdardı. Odadaki sesizliğe masanın da katkı sağlaması içeriyi iyice gerilimli hale getiriyordu. Zaten zor nefes almaya başlayan ben birazdan vücüdümün istemsizce panik butonuna basacağından korkuyordum.
