20 Ekim 2010 Çarşamba

Telsizden cinayet haberini aldığımda


Saat akşam dokuz cıvalarıydı. Makdülün orta yaşlarında kadın olduğunu duymuştuk. İlk belirlemelere göre boğularak öldürülmüştü ve benim, acilen olay yerinde olmam gerekiyordu. Belki yaşamım kadar bu meslekle haşır neşir olmuşluğum vardı. Kader bana cesetlere mana arama işini uygun görmüştü. Her nöbet günümde olduğu gibi sakin başlayan gece, polis kayıtlarına geçecek bilinmezlerle dolu olacaktı. Ekiple sokaklara daldığımızda yağmur indirmeye başlamıştı. İnsanın içine işleyen soğuk görüş alanını daraltıyor bunalıma itiyor, daha iyisi intihar kararları aldırıyordu.
Olay mahalline geldiğimizde meraklı gözler bize bakıyordu. Halbuki bizim onlara soracak sorularımız olacaktı. Merak bizim işimizdi. Apartman çökmek üzere olan köhne bir binaydı. Her yeri dökülmesine rağmen ayrıntılarında bile kişilik taşıyan yapılardandı. Rutubetten duvarlar pamuklanmıştı. Böyle yağmurlu bir gecede insan olsaydı inim inim inliyor olacaktı. Altıncı kata üzerimizdeki suları serperek çıkmaya başlamıştık, yukarı vardığımızda fark ettik ki bir yerlere çömelmezsek bu merdivenlerin bizden aldığı nefesi telafi etmemiz imkansız olacaktı. İçerisi en az sokaklar kadar bunaltıcıydı. Gençlerden biri akıl edip pencereyi açmasa hepimizin bu cesedin yanında yatıyor olmamız hiç şaşırtıcı olmayacaktı. Kız yerde gayet usturuplu yatıyordu, durumu bilmeseniz numara yapıyor bile sanabilirdiniz. Yüzünde tuhaf bir huzur vardı. Artık bütün dertleri bitmişti, ertesi gün iş yerindeki suratsız tipleri görmeyeceği için belki de, mutlu gözüküyordu. Belli ki yalnız yaşıyordu. Her şey tekti. Koltuk, yemek kapları, diş fırçası hepsi buram buram yalnızlık kokuyordu. Tek bir aile fotoğrafı bulamadık. Dolayısıyla bu korkunç ölüm haberinin hayatına taşıyacağımız kimseyi bulamamıştık.
Bu da gecenin iyi diyebileceğimiz kısmına yazılıyordu. Her şey yıllardan beri tek başına imajı çizerken, olay tuhaf bir şekilde güvendiği biri tarafından gerçekleşmişti. Çünkü hiç direnmemişti ne kapı ne kendisi. Şu anda olanların gerçeğini iliklerine kadar yaşayan bu zat bizimle yıllar sonra karşılaşacaktı. Biz rutin işlerimizi yapıp çıktığımızda elimizde sadece kızın vesikalık resmi vardı. Daha sonra (elle boğulma) otopsisinin gelmesiyle, büyük bir mezarlığı hatırlatan evrak dolabına yollanacaktı...
Bu dolabın içi yıkılmış insan ömürleriyle doluydu. Şimdi elimde duran Nesrinin de ölüm sebeplerini araştırırken geçmişinin izini sürmeye başlamıştık. Ne kadar son bizi ilgilendiriyor ve profesyonel bakmaya çalışsak ta, durum nereden baksak hüzünlüydü işte. Nesrin yıllarca kendini dış dünyaya kapatmıştı tek iletişimi televizyon sayılırdı. Bir katil arandığında tek suçlu görünmez kaza olabilirdi. Uzun zamandır devlet üniversitesinde araştırma görevlisiydi. Sizde bilirsiniz her iş ilk yılından sonra rutin olur. İşin adı araştırma olsa da olay devlet memurluğunda bitiriyordu. Üniversitelerin içi sıkışmış hiçlik içinde daralan insanlarla doludur. En büyük enerji yeni gelen etajerlerin pire gibi etrafta dolanmalarıdır. Her şeyi sorular sorarlar, hemen hocalarına aşık olurlar ama zaman geçince onlarda sadece bir masanın etrafında dolandıklarını anlarlar.
Biz gerekli gereksiz herkesle nesrini konuştuk. Boş gözlerle bakan iş arkadaşları sanki kurtulmuş işte der gibiydiler. Fazla uzatmadan "mutlu son" nasıl olmuş anlatayım. Bu cinayette neredeyse kendiliğinden yıllar sonra çözüldü. Mühim adamlardan birini evi soyulmuştu. Karakolun telefonları hiç susmuyordu. Şehirdeki hatırı sayılır herkes aradı, bir suçlu aranıyordu, acilen biri lazımdı bize. Şehri bütün gece hallaç pamuğu gibi attık. Kara kolun müdavimleri yerlerini almıştı, hiçbiri tarife uymuyordu. Kimi yakacağımızı düşünüp dururken sabaha karşı bir genç getirdiler, ruh hali bitmişti. İlaçla birlikte içki içenlerden biriydi belli ki. Acılarını dindirmek için her yolu deniyordu, gözleri torba torba göz yaşı doluydu ama dökülecek mecra bulamıyorlardı. Biraz dürtükledik, bize nesrinin ruhunu şad ettirdi. 
Lise yıllarında tanışmışlardı. O senelerde bizim kız iki senelik yüksek okullarından birini kazanmış, mahalleden kurtulmaya beş kalmış havasıyla herkesi kırıp geçiriyordu. Daha ilişkileri başlamadan bitmişti. Ercan bu durumu işsizlik eğitimsizlikle birleştirip içerden yanmaya devam etmişti, kızı hatırlamıyordu ama bu duygu katran gibi yapışmıştı artık içine. Malum geceden önce bankada kuyrukta karşılaşmışlardı, nesrin genç adama çok iyi davranmış halini hatırını sormuştu. Belli ki çok yalnızdı. Ercan kısa araştırma sonucu evini hayatını öğrenmişti, işte o gece evine damlamakta gecikmedi. Cinayeti anlatırken ne kadar ağladığını anlatamam. Gene de elinde olsa o an bile boğa bilirdi kızı. İkinci kez ret edilmek esas onu boğuyor, kendine yapamadıklarını nesrine yapmak istiyordu.

ı.d